MaNga, beş yıl aradan sonra Şehr-i Hüzün’le geri döndü. Artık İstanbullular, aynı evde yaşamıyorlar, ilk albümleri sırasında lisede olan hayranları gibi onlar da olgunlaşmış
Grup İstanbul Kanatlarımın Altında filminin müziğini bestecisi Tuluyhan Uğurlu ile birlikte tekrar yorumluyor. Uğurlu için, ‘Onunla çalışmak çok büyük bir şanstı.
Kesinlikle bizim gibi görmüyor dünyayı’ diyorlar
Ankara’dan İstanbul’a gelen ilk grup belki de MaNga. Grubun adını taşıyan ilk albümleri ve Bir Kadın Çizeceksin adlı parçaya çektikleri animasyon kliple büyük bir başarı kazandılar. Arada geçen beş yılda Türkiye’nin birçok yerinde ve Avrupa’da konserler verdiler. MaNga, beş yıl aradan sonra Şehr-i Hüzün adlı albümü çıkarttı. Gruptan Ferman Akgül, Yağmur Sarıgül ve Özgür Can Öney’le konuştuk.
Neden bu kadar beklediniz?
Yağmur Sarıgül: Bizim açımızdan süreç çok verimliydi. İlk albümde yoğun bir konser trafiğimiz olmuştu. Yaşadığımızı yer de değişmişti, Ankaralıydık, İstabul’a alışamadan yollara döküldük. Aynı evde yaşıyorduk, herkes kendi evine çıktı. Sürecin bitiminde iyice biriktirelim dedik.
DEPRESİF BİR DÖNEMDİ
Hüzün şehri neresidir?
Y.S. : İstanbul. Ama bizim hayalini kurduğumuz şehirdir de bu. Kafamızda kurduğumuz bir şehir var, onun adı da Şehr-i Hüzün. Birkaç şarkı haricinde içe dönük bir albüm. Çevremiz, arkadaşlarımız, dostlarımız, ailemiz Ankara’da. Burada daha yerleşik bir hayata geçtiğimizde depresif bir dönem yaşadık. Sonuçta İstanbul’u bir sosyolog gibi analiz etmemiz mümkün değil ama bizim penceremizden İstanbul bir Şehr-i Hüzün. Burada yalnızlık duygusuyla tanıştık. Çok insan tanıyabilirsiniz ama yine de yalnız olabilirsiniz.
Ünlü olduktan sonra tanıştığınız insanlar. İnsanın arkadaşlarıyla hayranları farklı.
Ferman Akgül :Tabii, tabii. Ankara’daki arkadaşlarımız bizi sıradan hallerimizle tanıyorlar, o çok daha samimi bir ilişki.
Albümle birlikte bir de MaNga belgeseli çekmişsiniz. Bunun için erken değil mi?
F. A.: Değil bence, Ankara’dan İstanbul’a gelen bir grubun hikayesi bence ilginç. İki besteyle şarkı yapmaya başlayıp İstanbul’a gelip bir başarı yakalamak bence ilginç. Bunu çok düşündüm aslında, kafamda hep şu vardı. Biz beş albümü olan bir grup değiliz. Bir hikaye anlatmaktı amaç. Sonuçta da öyle oldu. Toplumun bir kesiminden beş adamın beş sene içinde yaşadıkları.
Özgür çok erken evlenmişsiniz. Müzisyenler evlenmez ya da geç evlenir denir.
Özgar Can Öney: Bana göre de geç. Ben müzisyen değilim, davulcuyum. (gülüşmeler) Söylediğiniz doğru ama rock bu demek değil aslında, ülkenin her tarafında dolaşabilmek de bu işin kurallarından. Barlarda güzel kızlarla eğlenirsin ama Anadolu’yu da gezersin.
F. A. : Bizim Ankara Limon’da çalarken yaşadığımız rockn’ roll’un dibiydi. Gecede iki defa kavga çıkardı, çalmaya devam ederdik.
Çok genç bir müziğiniz var.
Ö. C. Ö.: Üreten adamlar onlar (diğer ikisini işaret ediyor) ama. O sırada daha genç bir gruba hitap ediyorduk ama şimdi üretilen şeyler daha olgun. O güruhla beraber büyüme, bir şekilde onları da büyütme ve kendimiz de büyümenin hayalini kuruyoruz. Bu albümün nasıl tepki alacağını da bilmiyoruz. Kimse kusura bakmasın, 4-5 yıl önce rock denince birkaç grubun adı geçiyordu. Artık bütün dünyadaki müziği dinleyebiliyor insanlar, gözleri açıldı, ki biz de dinliyoruz.
Albümde ses kayıtlarını kullandığınız hayranlarınızdan bir tanesi, ‘Bu yolda sizi yalnız bırakmayacağız’ diyor. Bu adeta bir politik gruba söylenebilecek bir şey.
Ö. C. Ö.: Kendini ifade etmek aslında. Demek ki onun söylemek isteyip söyleyemediği bazı şeyleri ifade ettiğimizi hissetmiş olacak ki bizi takip etmeyi düşünüyor. Bununla ilgili en iyi örneklerden birini Diyarbakır konserinde yaşadık, Ferman anlatsın.
F. A. : Çocuk bizim giydiğimize benzeyen kıyafetlerle geliyor konsere ve ‘Bugün siz burada olduğunuz için ben böyle giyinebildim’ diyor.
Sizin için ekşi sözlük’te ‘Kapri pantolon giymeyeni gruba almıyorlar’ deniyor.
(gülüşmeler)
Y. S. : O şöyle çıktı. Rock’n Coke’a çıktığımızda hava çok sıcaktı ve öndeki üçlü Cem, Ferman, ben tesadüfen kapri giymiştik.
F. A.: Kapri diz altında pantolon mu? Ben de ne giymişim diyorum.
Cartel’in milliyetçiliği farklı
Cartel’in ünlü Evdeki Ses’ini söylemişsiniz.
F.A. : Sahnede de söylerdik Cartel’den. Ama Cartel’in milliyetçi duruşu eleştiri aldı. Almanya’da milliyetçilik aynı şey değil. Bir korunma duygusu o. Onlar da uçaktan indiklerinde MHP’nin onları karşılamasına şaşırmışlar. Adamlarla tanıştık, hatta bu albümde Alper Aga geldi söyledi, ciddi mesleği olan adamlar.
Ruhlar ölüyor mutlu evlilik deniyor
İlk kez erkeklerin yaptığı bir albümde bağlanma korkusuna eleştiri var.
Y. S.: Bir paket program var. Şu yaşta evlenmek, şu yaşta çocuk sahibi olmak, şu yaşta emekliye ayrılmak, sonra da ölmek. Bazı şeyleri yapmaya zorunlu bırakılmak çok acı. Sorun mutlu olmak değil ki, sürüleştiriliyorsunuz. Babam şunu söyledi, ‘İlişkinin üçüncü senesinde kavga dövüş bir döneme girersin. Ya her şey yıkılır ya da iki taraf birbirini kabul eder, buna mutlu evlilik denir. En büyük palavralardan biri, bu aslında ruh ölümüdür, iki tarafın istekleri bastırılır.’
Ama hayattaki tek macera aşk değil ki.
Ö. C. Ö.: Macera anlamında yapmak istediğim çok şey var ama ilişki insanı tutuyor. Çünkü ölüm tehlikesi var.
Bu memleketin her yerinde eğlenebilirsiniz
Ö. C. Ö.: 42 il gördük. Oraları görünce burada oralar ile ilgili konuşanların ne kadar yanıldıklarını gördük. Burada genellikle oralar taşra, fakir, işsizlik olan yerler olarak anlatılıyor. Bu ülkenin her yerinde yemek yiyebiliyorsunuz, her yerinde eğlenebiliyorsunuz, her yerinde nefes alabiliyorsunuz. Orada karşılaşılabilecek en tuhaf görünümlü adamlardık. Ve nefretle değil de pozitif bir merakla karşılandık. Arabamız arızalandı, Bingöl Oto Sanayi’ye gittik, orada yemek yedik. Çok güzel bir yemekti, muhabbet de müthişti. Çocuklar geliyor, Türkçe bile konuşmuyor. O kadar rahat hissettik ki kendimizi belki de İstanbul’dan bile daha rahattık.
Y. S. : Belki sanatçı olmanın getirdiği bir rahatlık da var. Ne kadar tutucu görünse de çoğunluk, sanatçı olarak görüldüğünüz zaman size bir hak tanıyorlar, Bu Barış Manço’dan veya Zeki Müren’den beri gelen bir şey.
F. A. : Bir de şöyle hissetmeye başladım. Avrupa’yı, ABD’yi görmek güzel de hiç televizyonlarda Anadolu’yu gidin görün denmiyor. Kendimizi geliştirmek Avrupa’yı, ABD’yi görmek, ancak o zaman ufkumuz genişliyor. Halbuki Anadolu’yu görmek de ufkumuzu genişletir.
Ö. C. Ö.: Halbuki Hasankeyf’i görmek gerekiyor, Palandöken’i görmek gerekiyor, Diyarbakır’da ciğer kebabı, Hatay’da muhammara, Urfa’da patlıcan kebabı yemek gerekiyor.
F. A. : Biz buraları ne savaşlarla kazandık demek yetmiyor, gidip görmek gerek.